Gün doğmadan uyandı Kaktüs. Heyecanlıydı. ‘Ne olacaksa olsun
artık’ dedi kendi kendine.
16 gündür usul usul uzatıp, Orkide’nin tam kucağına
yerleştirdiği, eril organı andıran tomurcuğunun açma vakti gelmişti. Top gövdesinden uzanan onbeş santimlik çiçek borusu ve borunun
ucunda ağrıyan tomurcuğuyla doğal bir bereket tanrısını andırdığından habersiz,
kendini baştan aşağı süzdü.
İçten içe huzursuzdu bu tomurcuk, çiçek olaylarından. Kaba
mizacı, bozuk ağzıyla tezat bu narin haller pek ona göre değildi. Genelde mahcup
olur ama ilgisiz görünmeye çalışarak, çiçekli geçirdiği bu bir günü
olabildiğince sıradanmış gibi yansıtırdı etrafına. Ama bu defa…
Ah bu Orkide,
ne hallere sokmuştu pencere önü çiçekleri arasında adı Küfürcü Kaktüs’e çıkmış
adamı.
Tomurcuğun konumunu kontrol etti. Güneşle birlikte,
Orkide’nin etli yapraklarının tam ortasında açacaktı, aynen planladığı gibi.
Orkide, kalın, parlak, pürüzsüz yaprakları, incecik boynu üzerindeki
altı beyaz çiçeğiyle sabah ışığında tüm zarafetiyle uyuyordu. Hayretle ilk geldiğinde
ondan nefret ettiğini hatırladı Kaktüs. Şimdi bakmaya doyamadığı bu görüntüyle
ilk karşılaştığında, nasıl da kibirli, çıt kırıldım ve şımarık bulmuştu onu.
‘Olsun’ dedi kendi kendine,
‘Hepsi yakışıyor
haspaya’
Kaktüs’ün homurdandığını duyan Orkide uyandı. Parlak
yapraklarını gererek ‘ooohh’ dedi incecik sesiyle, ‘Kime küfrediyorsun yine Kaktüs?’
Uzanan yaprakları Kaktüs’ün tomurcuğuna değdi.
‘Ayy, bu ne ayol’
Kaktüs cevap vermeye fırsat bulamadan, sarsak bir serçe yavrusu
yalpalayarak alçalıp, tomurcuğun sapına tünemeye yeltendi. Tek günlük canı
taşıyan sap, yavrunun ağırlığına dayanamadı ve kopup orkidenin
kucağına boylu boyunca uzandı.
‘Hay amına koyayım’ dedi Kaktüs.
Güneş yükselirken, henüz kopmuş tomurcuk yavaş yavaş açıldı.
‘Kırmızı’ dedi Orkide.