29 Mart 2011 Salı

küçük parçalara aldırma


Kuaförümle yemek yedik bugün. Ama öncesinde kulağımdan iri bir parça kesti. Pıtır pıtır yuvarlandı kucağıma kulak parçası. Onun elleri, benim sol yanım kana bulanmış kahkahalarla güldük bu duruma. Yuvarlanan bir parça kulağın bu kadar saçma görüneceğini hayal edemezdim.
Yemeğe çıkmaya kulağım uçmadan önce karar vermiştik. Herhangi biri, belki yemeğe çıkmak için kulağımı uçurduğunu düşünebilir. Öncesinde karar vermiş olmasak ben de böyle mi düşünürdüm? Sanmıyorum. Ama bilmiyorum da tabii. Daha önce kimse kulağımı uçurmadı ve daha önce kulağım uçtuktan sonra yemeğe çıkmadım. Ama diyorum ya yemeğin kulakla ilgisi yok.
Kulakkesen’i çok severim. Kulak kestiği için değil tabii. Cümleyi böyle kurunca, o yüzden seviyormuşum anlamı çıkmasın, hikayenin geri kalanında ondan bu isimle bahsetmek istediğim için cümleyi de böyle kurdum. Tabii bu sevgi de, klasik, kuaförler ve kadınlar arasındaki sıkı ilişkiye yorulmamalı . Aslında bir zamanlar merak ederdim o ilişkiyi. Kuaförleri ile samimi olan kadın arkadaşlarımın nasıl olup da saçını kesen, kaşını, bıyığını yolan adamlarla –ya da kadın, ama adam olduğunda daha garip- böyle samimi sıcak muhabbet ettiğini anlayamazdım. Benim hiç sürekli bir kuaförüm olmamıştı, namı değer Kulakkesen’e kadar. Birkaç defa ard arda gittiğim kuaförler oluyordu muhakkak ama ‘merhaba, nasılsın’dan sonra konuşacak herhangi bir şey bulamamıştık hiç. Kulakkesen’e ilk gittiğimdeyse, anlamıştım onunla daha çok görüşeceğimizi. Evet yetenekli ve işinde iyi bir adamdı gerçekten. Ama bundan fazlası da vardı. Kulakkesen şeffaftı. Ona baktığımda, onu, içini ve arkasında olup biteni görebiliyordum. Ve gördüğüm her şey bana son derece doğal ve iyi geliyordu. Öte yandan Kulakkesen’in bir de süper gücü vardı. O bakmak isterse, herhangi birinin içini ve arkasını görebiliyordu. Yani tüm insanlar şeffaftı onun için. Ondaki bu güç, karşılaştığımızda sadece ona karşı kullanabilmek üzere bana geçiyordu sanırım. Ama bunu başlarda anlamıyordum. Bu sadece ona karşı olumlu hisler olarak sirayet ediyordu bilincime.
Kellemi onun inisiyatifine bıraktıktan neredeyse bir yıl sonraydı. Bir gün yine yapacak iş bulamamış ve saçımı değiştirmeye karar vermiştim. Havadan sudan konuştuğumuz bir sırada, Kulakkesen’in beni merak ettiğini gördüm. Dedim ya, o zamanlar tam olarak idrak edemesem de, şeffaftı benim için, aklından geçen düşünceler,karanlıkta ışıldayan ateş böcekleri kadar netti. Bana duyduğu merak önce hoşuma gitti, nihayet beni de sevecek ve özel müşterilerinden sayacak bir kuaförüm oluyordu belki de. Bunu istemişmiydim ki, nihayet diyordum? Ama bekleneceği üzere Kulakkesen merakını sorularla değil, ruhuma çevirdiği bakışlarıyla gidermeye niyetlendi. Tabi ki bunu da hemen gördüm ve ahşap, ağır, yaşlı bir dükkan gibi indiriverdim kepenklerimi. Kulakkesen’in afallamasını görünce, ben de şaşırdım doğrusu. Belki herkesi Kulakkesen’i gördüğüm kadar net göremiyordum ama çocukluğumdan beri indirebildiğim kepenklerim hep olmuştu. Beni şaşırtansa, kendi içimde paldır küldür indirdiğim bu kepenklerin sesini Kulakkesen’in de duymuş ve hatta onları görmüş olmasıydı. Şaşkınlığımı atlattıktan sonra ancak fark edebildim, onu böyle çıplak görebilmemin aslında benim değil onun gücünden kaynaklandığını. O’ysa her zaman işe yarayan bu gücüne karşı koyuşumu gördükten sonra iyice merak etmeye başladı beni. Böylece ilerledi arkadaşlığımız. Yemeğe çıkmamız da işte bu sürecin ardından gelişti zaten. Sohbetimiz ne kadar dostane, birbirimize karşı sevgimiz ne kadar gerçek olsa da, içime bakmaya çalıştığı anda panjurlarımı indirmekten alıkoyamıyorum kendimi hala. Çünkü bu çok da benim kontrol edebildiğim bir güç değil. Aslında kontrol edemediğimi de söyleyemem ama baktığında içimi görecek biriyle karşılaştığımda bunu bir şekilde anlıyor ve kalkanlarımı indirmek zorunda hissediyorum kendimi sanırım.
Güzel bir yemek ve sohbetin ardından eve dönerken bir kitap aldım kendime. Kapağında ayna olan bir kitap. Ve o kapakta uzun uzun baktım yüzüme. Ne kadar bakarsam bakayım, Kulakkesen’den ya da içime bakan birinden ne sakladığımı göremiyorum. Sakladığım bir şey var mı bilmiyorum, bekli de saklamaya değer bir şey bile değil, bir boşluk sadece. Bilmiyorum. Kapakta, eksik kulağım ve yanağımda kurumuş kanlar dışında, bana yabancı bir şey bulamıyorum.

21 Mart 2011 Pazartesi

lan noooluyo laaan

bu aralar haleti ruhiyemi en iyi bu şiir anlatıyor. üstelik ancak bu kadar içten okunabilirdi. Ülkü Tamer ve Haluk Bilginer'in gözlerinden öperim.

http://www.youtube.com/watch?v=Wl4FA2KOsDM


lanet videoyu embed edemedim bi türlü, lan nooooluyo laaan

edit: aha oldu!

14 Mart 2011 Pazartesi

tom robbins'den mesaj getirdim.

Tom Robbins'in 'Sıcak Ülkelerden Dönen Vahşi Sakatlar' romanında, peltek aksanıyla sürekli aynı şeyi söyleyen bir papağan vardır. tüysüz, yaşlı bir hayvan, adı Gemici Çocuk.
olur olmaz her yerde kullandığı tek repliğiyle, şu ana kadar okuduğum romanlardaki en sarsıcı yardımcı karakter sanırım.
cırtlak sesi gün içinde sürekli yankılanıyor kafamda;
'dunya inşanları gevşeyin'