9 Eylül 2011 Cuma

ölümden korkmayan yoktur ya..

varsa da tefenni mezarlığınının kapısında zebellah gibi bekleyen elleri gördükten sonra korkar heralde. zira her an dua etmeyi bırakıp kapının önünden geçenleri yakalayacaklarmış gibi görünüyorlar:)

27 Haziran 2011 Pazartesi

tarihini tekerrürünü

sanırım iki yıl önceydi. sokakta bi adam beni durdurup, onu ayaklarımın altına alıp çiğnememi istemişti. dönüp eski kayıtlara baksam kesin tarih verebilirim, yazmıştım çünkü. ama ben dönüp eski kayıtlara bakmayı sevmem pek. iki gün önce yeniden buldu beni aynı adam, aynı taleple yanaştı yanıma. şaşkınlıkla bi kaç saniye baktım yüzüne
-sen bana bir kere daha gelmiştin' demeden önce.
şaşkınlığım teklife değildi bu sefer. ikinci kez aynı teklifi alma fikrine olabilirdi belki biraz..ama esasında bu kadar zaman sonra bu olayın gerçekliğini tamamen göz ardı etmiş oluşuma şaşıyordum. zaman üstünü örttükçe, gerçekliğini yitirmişti yaşanmış bu olay benim için. belki ben öyle dediğini sandım uyku sersemi, belki hiç yaşanmadı da yine rüya gördüm gibi gerçeğe daha yakın açıklamalar oturmuş-tu meğer mantıkcı düşünme sistemim sayesinde o günün kayıtlarının üstüne.

sonra kavga ettik yeni sevgilimle.bu konuyla alakası yoktu tabi. ama aynı günün gecesine denk geldi bana birşey kanıtlamaya çalışır gibi. sokak ortasında kaşlarını çatmış nimetlerinden bahsederken O, gerçekliğini yitirmiş başka anılar debelendi zihnimde. 'anılarımı mı bozuyorsun sen lan' diye çıkıştım kendime. çaldığı leblebi tozunu yutamadan bakkala yakalanmış çocuk gibi kızardı önümde. soluk borusuna kaçan leblebi tozundan mı, utancından mı anlayamadım. yine de bastım tokadı ne olur ne olmaz.

şimdi herkes mutsuz.
adam üstünde tepinmediğim için.
sevgilim yeni sıfatından hızla eskiye geçtiği için.
benimse yanağım acıyor.

15 Haziran 2011 Çarşamba

şşş..

14 Haziran 2011 Salı

i can be..

17 Mayıs 2011 Salı

sahil yolu

yedi tepenin ikisi arasından bulutlar döküldü boğaza.
ben gördüm.

12 Mayıs 2011 Perşembe

'Hakan Günday-AZ' ın ardından

kelimeler ve hislerden oluşan bir bulutun içinde oturuyorum,
Oğuz Atay sesleniyor arkalarda bir yerden;
'kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyorlar'


29 Mart 2011 Salı

küçük parçalara aldırma


Kuaförümle yemek yedik bugün. Ama öncesinde kulağımdan iri bir parça kesti. Pıtır pıtır yuvarlandı kucağıma kulak parçası. Onun elleri, benim sol yanım kana bulanmış kahkahalarla güldük bu duruma. Yuvarlanan bir parça kulağın bu kadar saçma görüneceğini hayal edemezdim.
Yemeğe çıkmaya kulağım uçmadan önce karar vermiştik. Herhangi biri, belki yemeğe çıkmak için kulağımı uçurduğunu düşünebilir. Öncesinde karar vermiş olmasak ben de böyle mi düşünürdüm? Sanmıyorum. Ama bilmiyorum da tabii. Daha önce kimse kulağımı uçurmadı ve daha önce kulağım uçtuktan sonra yemeğe çıkmadım. Ama diyorum ya yemeğin kulakla ilgisi yok.
Kulakkesen’i çok severim. Kulak kestiği için değil tabii. Cümleyi böyle kurunca, o yüzden seviyormuşum anlamı çıkmasın, hikayenin geri kalanında ondan bu isimle bahsetmek istediğim için cümleyi de böyle kurdum. Tabii bu sevgi de, klasik, kuaförler ve kadınlar arasındaki sıkı ilişkiye yorulmamalı . Aslında bir zamanlar merak ederdim o ilişkiyi. Kuaförleri ile samimi olan kadın arkadaşlarımın nasıl olup da saçını kesen, kaşını, bıyığını yolan adamlarla –ya da kadın, ama adam olduğunda daha garip- böyle samimi sıcak muhabbet ettiğini anlayamazdım. Benim hiç sürekli bir kuaförüm olmamıştı, namı değer Kulakkesen’e kadar. Birkaç defa ard arda gittiğim kuaförler oluyordu muhakkak ama ‘merhaba, nasılsın’dan sonra konuşacak herhangi bir şey bulamamıştık hiç. Kulakkesen’e ilk gittiğimdeyse, anlamıştım onunla daha çok görüşeceğimizi. Evet yetenekli ve işinde iyi bir adamdı gerçekten. Ama bundan fazlası da vardı. Kulakkesen şeffaftı. Ona baktığımda, onu, içini ve arkasında olup biteni görebiliyordum. Ve gördüğüm her şey bana son derece doğal ve iyi geliyordu. Öte yandan Kulakkesen’in bir de süper gücü vardı. O bakmak isterse, herhangi birinin içini ve arkasını görebiliyordu. Yani tüm insanlar şeffaftı onun için. Ondaki bu güç, karşılaştığımızda sadece ona karşı kullanabilmek üzere bana geçiyordu sanırım. Ama bunu başlarda anlamıyordum. Bu sadece ona karşı olumlu hisler olarak sirayet ediyordu bilincime.
Kellemi onun inisiyatifine bıraktıktan neredeyse bir yıl sonraydı. Bir gün yine yapacak iş bulamamış ve saçımı değiştirmeye karar vermiştim. Havadan sudan konuştuğumuz bir sırada, Kulakkesen’in beni merak ettiğini gördüm. Dedim ya, o zamanlar tam olarak idrak edemesem de, şeffaftı benim için, aklından geçen düşünceler,karanlıkta ışıldayan ateş böcekleri kadar netti. Bana duyduğu merak önce hoşuma gitti, nihayet beni de sevecek ve özel müşterilerinden sayacak bir kuaförüm oluyordu belki de. Bunu istemişmiydim ki, nihayet diyordum? Ama bekleneceği üzere Kulakkesen merakını sorularla değil, ruhuma çevirdiği bakışlarıyla gidermeye niyetlendi. Tabi ki bunu da hemen gördüm ve ahşap, ağır, yaşlı bir dükkan gibi indiriverdim kepenklerimi. Kulakkesen’in afallamasını görünce, ben de şaşırdım doğrusu. Belki herkesi Kulakkesen’i gördüğüm kadar net göremiyordum ama çocukluğumdan beri indirebildiğim kepenklerim hep olmuştu. Beni şaşırtansa, kendi içimde paldır küldür indirdiğim bu kepenklerin sesini Kulakkesen’in de duymuş ve hatta onları görmüş olmasıydı. Şaşkınlığımı atlattıktan sonra ancak fark edebildim, onu böyle çıplak görebilmemin aslında benim değil onun gücünden kaynaklandığını. O’ysa her zaman işe yarayan bu gücüne karşı koyuşumu gördükten sonra iyice merak etmeye başladı beni. Böylece ilerledi arkadaşlığımız. Yemeğe çıkmamız da işte bu sürecin ardından gelişti zaten. Sohbetimiz ne kadar dostane, birbirimize karşı sevgimiz ne kadar gerçek olsa da, içime bakmaya çalıştığı anda panjurlarımı indirmekten alıkoyamıyorum kendimi hala. Çünkü bu çok da benim kontrol edebildiğim bir güç değil. Aslında kontrol edemediğimi de söyleyemem ama baktığında içimi görecek biriyle karşılaştığımda bunu bir şekilde anlıyor ve kalkanlarımı indirmek zorunda hissediyorum kendimi sanırım.
Güzel bir yemek ve sohbetin ardından eve dönerken bir kitap aldım kendime. Kapağında ayna olan bir kitap. Ve o kapakta uzun uzun baktım yüzüme. Ne kadar bakarsam bakayım, Kulakkesen’den ya da içime bakan birinden ne sakladığımı göremiyorum. Sakladığım bir şey var mı bilmiyorum, bekli de saklamaya değer bir şey bile değil, bir boşluk sadece. Bilmiyorum. Kapakta, eksik kulağım ve yanağımda kurumuş kanlar dışında, bana yabancı bir şey bulamıyorum.

21 Mart 2011 Pazartesi

lan noooluyo laaan

bu aralar haleti ruhiyemi en iyi bu şiir anlatıyor. üstelik ancak bu kadar içten okunabilirdi. Ülkü Tamer ve Haluk Bilginer'in gözlerinden öperim.

http://www.youtube.com/watch?v=Wl4FA2KOsDM


lanet videoyu embed edemedim bi türlü, lan nooooluyo laaan

edit: aha oldu!

14 Mart 2011 Pazartesi

tom robbins'den mesaj getirdim.

Tom Robbins'in 'Sıcak Ülkelerden Dönen Vahşi Sakatlar' romanında, peltek aksanıyla sürekli aynı şeyi söyleyen bir papağan vardır. tüysüz, yaşlı bir hayvan, adı Gemici Çocuk.
olur olmaz her yerde kullandığı tek repliğiyle, şu ana kadar okuduğum romanlardaki en sarsıcı yardımcı karakter sanırım.
cırtlak sesi gün içinde sürekli yankılanıyor kafamda;
'dunya inşanları gevşeyin'

8 Şubat 2011 Salı

adalı karga

önceleri o da herkes kadar akıcı konuşurdu.hatta çok da yalnız kalamayan, sürekli birileriyle iletişim halinde olan bir insandı.sonra yavaş yavaş daha az insanla görüşmeye, daha fazla yalnız kalmaya başladı. geçici bir bunalım diye düşündü herkes, her insanın biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olmaz mıydı zaten zaman zaman. ama geçmedi. büyük bir hızla azaldı ağzından çıkan kelime sayısı. birkaç ay içinde evden çıkmaz, kimselerle konuşmaz oldu.ve bir sabah uyandığında anlamlı tek bir kelime edemediğini farketti. söyleneni anlıyor, vermek istediği cevaplar kafasında oluşuyor ama ağzını açtığında tek bir hece çıkaramıyordu.
kendi de o zaman anladı lisanını kaybettiğini ve işte o gün düştü yollara. sokak sokak, şehir şehir, ülke ülke gezdi kaybettiği dilini bulmak için. kısa, yarım yamalak cümleler yazabiliyordu hala. ve bu kısacık, okuyanın çok da birşey anlamadığı yazılarla oradan oraya koşuyor, derdine derman arıyordu.
tam iki yıl dolaştı dünyanın türlü şehirlerinde. ne bir çare bulabildi, ne de kendine benzer birini. tükendi umutları. zamanla söylenenleri de anlayamamaya başladı. insanlar, ne manaya geldiğini bilmediği garip sesler çıkarırken, çıldıracakmış gibi hissediyordu kendini. sonunda tamamen uzaklaştı onlardan. ama lisanını aramayı hiç bırakmadı.
sessiz küçük bir adaya düştü birgün yolu. ada ıssız, serin ve sessizdi. neredeyse kimsecikler yoktu etrafta. yürürken duyduğu tek ses kendi nefesi, adımları ve adadaki kuşların bağırtılarıydı. kuşları dinleyerek dolaşmaya başladı. ilk gün 3 kere turladı adanın etrafını, ardından eski boş evlerin olduğu ara sokakları gezdi. adanın içlerine doğru ilerledikçe evler bitti ve göz alabildiğine bir çam ormanı başladı. böyle küçük bir adanın içi nasıl olurdu da bu kadar büyük olurdu, anlayamıyordu. yürüdüğü yolun ileride sadece tek kişinin yürüyebileceği bir patikaya dönüştüğünü görünce biraz ürperdi. ama kuşlar ormanın içlerinden ona birşey söylüyormuş gibi sesleniyorlardı hala. bir iki saniye duraklayıp patikaya girdi. sanki adım attıkça büyüyen sihirli bir ormanda gibiydi ve sanki kuşlar onun gelişinden bahsediyorlardı aralarında. yürüdü, yürüdü, yürüdü..
akşam olmuş hava kararmış, daracık patika görünmez olmuştu. bunu farkedince korktu ama ardından hemen sakinleşti. zaten asla geri dönmeyecekti. kuşlar hala ötüyor ve o onları dinlemekten kendini alamıyordu. geceyi burada geçirip güneş doğar doğmaz ormanda ilerlemeye devam etmeliyim diye düşündü. gövdesi geniş bir ağaç karaltısına gidip, dibine oturdu. ağacın, içine sığabileceği kadar büyük bir kovuğu olduğunu farkettiğindeyse olan bitenin tesadüf olmadığına emin, iç rahatlığıyla sığındı kovuğa.
güneş doğarken kovuğun önünde dikilen iki karganın sohbetiyle uyandı.
- çok uzun yoldan geldi, uyandırmamalıyız diyordu karganın biri fısır fısır.
- saçmalama, çok uzun zamandır bunu bekliyor. bir an önce uyandıralım dedi diğeri.
kız aniden kovuktan başını çıkarıp kocaman gülümsemesi ve karga sesiyle 'uyandım bile' diye bağırdı.
fısır fısır konuşan karga ürküp, geri sekti, tek ayağı üzerinde.

28 Ocak 2011 Cuma

sorarlarsa

-nerede miyim?
korunaklı bir yerde. sıcak, rahat, huzurlu, geniş, ferah, bazen dar, bazen soğuk, bazen karanlık, aydınlık bazen. bazen küçücük bir kutu, bazen kocaman bir kubbenin altı. buradayım daha. biraz daha buradayım.