8 Şubat 2011 Salı

adalı karga

önceleri o da herkes kadar akıcı konuşurdu.hatta çok da yalnız kalamayan, sürekli birileriyle iletişim halinde olan bir insandı.sonra yavaş yavaş daha az insanla görüşmeye, daha fazla yalnız kalmaya başladı. geçici bir bunalım diye düşündü herkes, her insanın biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olmaz mıydı zaten zaman zaman. ama geçmedi. büyük bir hızla azaldı ağzından çıkan kelime sayısı. birkaç ay içinde evden çıkmaz, kimselerle konuşmaz oldu.ve bir sabah uyandığında anlamlı tek bir kelime edemediğini farketti. söyleneni anlıyor, vermek istediği cevaplar kafasında oluşuyor ama ağzını açtığında tek bir hece çıkaramıyordu.
kendi de o zaman anladı lisanını kaybettiğini ve işte o gün düştü yollara. sokak sokak, şehir şehir, ülke ülke gezdi kaybettiği dilini bulmak için. kısa, yarım yamalak cümleler yazabiliyordu hala. ve bu kısacık, okuyanın çok da birşey anlamadığı yazılarla oradan oraya koşuyor, derdine derman arıyordu.
tam iki yıl dolaştı dünyanın türlü şehirlerinde. ne bir çare bulabildi, ne de kendine benzer birini. tükendi umutları. zamanla söylenenleri de anlayamamaya başladı. insanlar, ne manaya geldiğini bilmediği garip sesler çıkarırken, çıldıracakmış gibi hissediyordu kendini. sonunda tamamen uzaklaştı onlardan. ama lisanını aramayı hiç bırakmadı.
sessiz küçük bir adaya düştü birgün yolu. ada ıssız, serin ve sessizdi. neredeyse kimsecikler yoktu etrafta. yürürken duyduğu tek ses kendi nefesi, adımları ve adadaki kuşların bağırtılarıydı. kuşları dinleyerek dolaşmaya başladı. ilk gün 3 kere turladı adanın etrafını, ardından eski boş evlerin olduğu ara sokakları gezdi. adanın içlerine doğru ilerledikçe evler bitti ve göz alabildiğine bir çam ormanı başladı. böyle küçük bir adanın içi nasıl olurdu da bu kadar büyük olurdu, anlayamıyordu. yürüdüğü yolun ileride sadece tek kişinin yürüyebileceği bir patikaya dönüştüğünü görünce biraz ürperdi. ama kuşlar ormanın içlerinden ona birşey söylüyormuş gibi sesleniyorlardı hala. bir iki saniye duraklayıp patikaya girdi. sanki adım attıkça büyüyen sihirli bir ormanda gibiydi ve sanki kuşlar onun gelişinden bahsediyorlardı aralarında. yürüdü, yürüdü, yürüdü..
akşam olmuş hava kararmış, daracık patika görünmez olmuştu. bunu farkedince korktu ama ardından hemen sakinleşti. zaten asla geri dönmeyecekti. kuşlar hala ötüyor ve o onları dinlemekten kendini alamıyordu. geceyi burada geçirip güneş doğar doğmaz ormanda ilerlemeye devam etmeliyim diye düşündü. gövdesi geniş bir ağaç karaltısına gidip, dibine oturdu. ağacın, içine sığabileceği kadar büyük bir kovuğu olduğunu farkettiğindeyse olan bitenin tesadüf olmadığına emin, iç rahatlığıyla sığındı kovuğa.
güneş doğarken kovuğun önünde dikilen iki karganın sohbetiyle uyandı.
- çok uzun yoldan geldi, uyandırmamalıyız diyordu karganın biri fısır fısır.
- saçmalama, çok uzun zamandır bunu bekliyor. bir an önce uyandıralım dedi diğeri.
kız aniden kovuktan başını çıkarıp kocaman gülümsemesi ve karga sesiyle 'uyandım bile' diye bağırdı.
fısır fısır konuşan karga ürküp, geri sekti, tek ayağı üzerinde.