25 Ekim 2010 Pazartesi

ornitto iş başında

-harrkulade(okan bay. okuyuşuyla) bir haftasonu geçirdim. can sıkıntısı, sinir patlamaları, iç sıkıntıları, başka boyutlarda geçen rüyalar arasında önce yüksek lisansa başlamaya sonra da 6 aylığına yurt dışına gitmeye karar verdim. şimdi de naçizane son kararımı paylaşmak isterim. birazdan gidip bi loto toto bişey oynıym diyorum. 'bi kere gidip oynamışlığım yok, kesin çıkar bana' geyiğini yapmadan da hiç bi yere gitmiyorum.hıh.
+havan kime güzelim?

22 Ekim 2010 Cuma

artık gerçek bi 'vespa lover' ım

istanbul trafiğinde motor kullanmak çok eğlenceli. bildiğin packman oynamak gibi.
taşıtlardan oluşan hareketli bi labirentin içindesin ve her saniye sürekli yer değiştiren koridorları yakalayıp, ilerlemen gerekiyor. biraz dikkat, biraz öngörü, biraz şans, biraz sezgi, e biraz da cesaret gerekiyor tabi..
öyle ki, bi saniye geç fırlasan olduğun yerden, az önce geçebileceğin genişlikte olan koridor ilerledikçe daralıp seni sıkıştırabilir. ya da biraz azsa cesaretin, sağdan bağıra bağıra üstüne gelen minibusten ürküp yavaşlayabilirsin, o O.. minibüs tabi ki yavaşlamıycak, korkup hızını kesmesen üstüne çıkmıycaktı aslında, tüh!
sonra hislerinin kuvvetli olması şart, biraz önce yanından delicesine geçen o araç var ya, hani birazdan ışıklarda yakalayacağın, belediye otobüsünden hallice cip. yanından geçerken bile huzursuz etti değil mi içini? ışıklarda onun dibinde durmamalısın. ....gördün mü? nasıl da çıktı ışıklardan, yoldan geçmeye devam eden insanlara aldırmadan.
sadece burnunun ucuna bakma, daha ileri bak. araçların nasıl ne yöne doğru salındıklarını görüyor musun? hı hıı.. minicik hareketlerle aksi yöne girmeye çalışan saat 3 yönündeki meganı gördün mü? sağa kıvrılan şu dar koridoru kullanıp ona doğru ilerlemelisin. yaptığı saçma hareket yüzünden etrafında araçların geçemeyeceği ama senin geçebileceğin bir boşluk oluşturacak birazdan.
üstelik istanbul trafiği de tıpkı ateri oyunları gibi levellardan oluşuyor.
bir etabı geçip biraz soluklandıktan sonra hooop diğer zorlu parkur. bölüm canavarı tabi ki maslakta. maslak'ı geçtin mi bir üst seviyeden devam ediyorsun yolculuğa..
çok eğlenceli, işe gitmek hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.
herkese tavsiye ederim.

15 Ekim 2010 Cuma

salyangoz olmanin dayanilmaz hafifligi

yagmur geceden beri aralıksız yağıyordu. hem öyle çisil çisil de değil, bütün gece gayet yüksek perdeden duyulmuştu şarkısı.sabah da aynı tempoda devam etti seranatına. kadın işe gitmek üzere evden çıktığında havanın harika olduğunu farketti. aydınlık, berrak ve ılıktı. bi yumuşaklık vardı havada, insan, tenine değdiğini hissediyordu. huzur ve mutluluk kapladı kadının kalbini. ruhu kıpır kıpır,bedeni salınarak yürüdü yağmurda. dünya barışını sağlamış bir lider kadar memnundu hayattan.
yağmur, temposunu bir düşürüp bir yükselterek tüm gün devam etti şarkısına.
kadın, kah elinde kahve, kah fonda bir müzik, sürekli ıslanan bahçeyi izledi, dış etkenlerden sıyrılabildiği her fırsatta.
sonra birden, sabahtan beri salyangozları düşündüğünü farketti. yağmurdan çamura dönmüş, üzerinde bir cm su birikmiş toprağın üzerinde, kabuğuna saklanmış salyangoz. bahçenin yosunlanmış ıslak duvarının toprakla kesiştiği köşede duvardan yukarı doğru uzanmış salyangoz. bahçenin köşesinde duran patlamış futbol topunun porsuyup yamulmuş kenarına yaslanmış keyif yapan salyangoz.
sonunda bu görüntüleri bir kenara bırakıp bu defa farkında olarak düşünmeye başladı onları. sürekli gözünün önüne gelen bir belgesel karesi vardı aklında, öpüşen 2 salyangoz, birbirine yapışmış dansederek öpüşen.. onlar hakkında pek de birşey bilmiyordu demekki. ama bu belgeseli izlemişse bilgisinin de olması gerekmez miydi? unutmuştu herhalde. O'da google'layıp, salyangozlarla ilgili ne varsa okudu tek tek.
okudukça daha da sevdi bu şirin hayvanları. tiplerini hep beğenirdi zaten, sarmal kabukları, uzayıp kısalan antenleri çok estetikti ona gore.
okuduklarına bakılırsa hayatları da son derece güzel görünüyordu. tam da bugünkü gibi ıslak ve ılık havaya bayılıyorlardı tabi ki. ama asıl ulusal bayramları yağmurun ardından başlıyordu. bağ bahçe allah ne verdiyse girişip, yağmurdan nasiplenip uzamış filizleri tüketiveriyordu bu kımıl zararlıları. havalar istediklerinden soğuk mu gitti? evinin kapısını bir zarla kapatıp, ister yarı toprağa gömülerek ister bi ağaca yapışarak dalıveriyorlardı kış uykusuna. sıcak yerlerde yasayan türlerde de aynı rahatlık hasıldı. hava çok sıcak ve kuraksa hoop bu defa da yaz uykusuna. üstelik bu uyku halini abartıp arsızca 4 yıl uyuyanı bile vardı. 'bir salyangozun ömrü en fazla kaç yıl olabilir ki uykusu 4 yıl sürsün' derken, 20 yıl yaşayanının bile olduğunu öğrendi bu sümüklülerin. tüm bu sefahat yetmezmiş gibi bir de hermafrodit çıkmasınlar mı? tek çiftleşmede 2 taraf birbirini dölleyebildiği gibi, isterlerse de döllemeyi ya da döllenmeyi seçebiliyorlardı üstelik.
salyangoz olmak bayağı çekici geldi kadına. en azından bugün, insanlara hissettiğinden daha yakın hissediyordu kendini onlara.
eve dönerken biraz ıslandı yağmurda. sonra sıcak bir duş alıp, saçlarını kurutmadan girdi yorganın altına. yarı rüya, yarı bilinç halindeki zihninden birkaç kelime duymayı başardı kulak kabartan kadın.
..nemli, ılık bir kış uykusu...ben zaten eskiden bir salyangozdum...en az 3 ay buradan çıkmayacağım...çocukken sürekli burnum akardı zaten...
sonra birden sıçradı yorganın altında, uykusunu bölmeden. küçük narin kabuğuna yaklaşan bir ayak mı görmüştü acaba?

13 Ekim 2010 Çarşamba

yagmurdamlalari ve ofisçalisanlari











yd1: AAAAAaaAAAAAaaaaAAAAAAaAAaaaaaaaaAAA...
yd2: yeter! neden bagirip duruyorsun.
yd1: ...
yd1: cok eglenceli ama.
yd2: yahu zaten su an yaptigimiz sey son derece eglenceli. dunyaya dusuyoruz. izlesene! yaklasan su agaclara, catilara bir bak.
yd1: bakiyorum zaten. harika gorunuyor bence de. hatta yer cekimi asilip seklimi uzatmaya calisirken, ruzgarin sarfettigi cabayla hatlarimi yuvarlak kilmasi da bambaska bir keyif.
yd2: ee e. gayet eglenceli iste.
yd1: ama bi sure sonra sikiliyorum biraz..bagirirken kendi sesimin titreyerek uzaklasmasini dinlemek hosuma gidiyo, hem gozlerim kisildigi icin baktigim goruntu de degisiyo ve yeni bir seye bakmaya basliyorum boylece.
yd2: tey allahim..dusmekten sikilan yagmurdamlasi mi olur? bu senin doganda var. hasta misin?
yd1: ya tamam ben de seviyorum iste zaten dusmeyi. hem ben ozumde bi su damlasiyim. yagmurdamlasi diyerek sinirlaman cok sacma. yani aslinda okyanusun bir parcasi, bir yapragin uzerinde biriken cig tanesi, bir adamin yuzune yapisan bir avuc su, yeni yikanmis bi kopegin titreyen tuyleri arasindan firlayip yere dusen bir damla da olabilirim.
yd2: evet de.
yd1: ve tabii sen de. icinde bulundugun duruma bu kadar tutunmana ne gerek var ki.
yd2: ama bagirmak hicbir su damlasinin dogasinda yok bi kere.
yd1: kim biliyor?

o esnada ofiste:

çi1: YiiiuuugggviiiooooııııyyiiiiieeaaaAAAAAAA....
çi2: AAAAyyhh.. noluyo be!
çi1: hiic. rahatliyorum bagirinca.
çi2: sen rahatliyosun da ben geriliyorum duydukca.
çi1: sen de bagir. hem cok eglenceli.

11 Ekim 2010 Pazartesi

dedi-dedim

- neden korkuyorsun birini uzmekten bu kadar? mutluluk, karsiliginda bedel odenmesi gereken bir sey degil.
- bu soyledigin, aslinda cok dogru.

3 Ekim 2010 Pazar

seytan'in aski

Seytan oyle asikti ki tanriya, her anini onunla gecirmek istiyordu.

onu surekli yaninda, icinde hissediyordu, tanrinin da kendisini
surekli icinde hissettigini biliyordu ama digerleri gibi yetinemiyordu
bununla.
tanri, daha cok, kendi cocuk benliginden karmisti Seytanin hamurunu.
kendisi gibi oyuncuydu O'da.
bu yuzden cok eglenirlerdi beraberken. ama yine bu yuzden sabirsizdi
Seytan, bu yuzden yetinemezdi hic hissetmekle.
istedigi an olsundu hersey. ilgilenilsin, simartilsindi her daim.
tipki en basinda oldugu gibi, tanrinin onu ilk yarattigi zamanlarda,
birlikte kurduklari oyunlardaki gibi. yine hic yanindan ayirmasin istiyordu onu. birlikte oynamak, planlara dahil olmak istiyordu her daim.

tanrininsa bir evreni vardi. gozetlemesi gereken koca bir dunyasi. ve
sinirsiz yaratma gucu.

sikilgandi tanri. surekli yeni yeni SEYler yaratip, onlarla oynamaya bayilirdi.

simdi de şu insani, yaratmisti iste.. ustelik cinsiyet diye de birsey
uydurmustu bu sefer.
biri kadin digeri adamdi bu yeni oyuncaklarin. tanrı islerine hic karismadan
izliyordu onlari sadece.
birbirlerinden iki adim uzaklasamayan su yarim SEYler. ancak
dipdibeyken bir butune benziyorlardi Seytan'a gore.

o elmayi yememelerini neden istemisti sahi?

kesin altinda cok eglenceli bir oyun vardi bunun da. ama dahil
etmemisti bu sefer onu tanrisi. oysa ne guzel eskiden...

bir sure daha yakininda olmaya calisti Seytan tanrinin. o
insanciklarini izlerken Seytan da izledi.
O insanciklarinın anlamsiz hareketlerine kahkahalarla gulerken
anlamaya calisti neden eglendigini.
bulamadi. ve tanri oyle dalmisti ki insanlarin oyununa Seytan'a hic
donup bakmadi.
biliyordu Seytan tanrinin onu hala sevdigini, hissediyordu. ama artik
onu da diger meleklerini sevdigi gibi uzaktan sevdigini de
hissediyordu.

bu his Seytan'in icine ilk doldugunda, yasak elmanin altinda uzanmis birbirine
dokunuyordu insanlar. yarim bedenlerini birlestirmenin yollarini arar
gibi.

'onlari neden 2 ayri bedene koydun' diye sordu Seytan tanriya.
'aramayi ogrenmeleri icin' dedi tanri.
'neyi?' diye sordu seytan.
'beni' dedi tanri. 'siz her zaman beni icinizde hissedebilirsiniz ama
onlar ancak butun olmayi basardiklarinda bana ulasacaklar.
ve bana ulasmak icin surekli birbirlerini arayacaklar.'

tanrinin insanlara duydugu sevgiyi hissetti Seytan. kendinin onlardan
ne kadar farkli oldugunu anladi.

ve gidip insanlari anlamaya calisti. guzelliginin Adem'i buyuledigini
gordu, cocuksu dogalliginin Havva'yi kendine cektigini.
surekli yanlarinda dolasti ve tanrinin simdi bu oyundan daha da keyif
aldigini gordu.
Adem ve Havva bir sure sonra Seytan'i birbirlerinden daha yakin
hissettiler kendilerine. onun tek basina butunlugunu goruyor ama
anlamlandiramiyorlardi. ve ona hayran olarak kendi yarimlıklarını unutup, birbirinin eksikliğini hor görüyordu ikisi de. ama yine de ayrilamiyorlardi.
Seytan yanlarindan ayrilirdigi an da korkup yine birbirlerine sokuluyorlardi.
Seytan ikisini de cok seviyordu artik cunku tanrisinin oyununa birkez
daha dahildi şimdi. tanri onu izliyordu, biliyordu.

Havva birgun yasak elmayi sordu Seytan'a,
'bu koskoca cennette her istedigimizi yapiyoruz da neden o elmayi
yiyemiyoruz Şeytan?'
'bilmem' dedi Şeytan.
'bizim icin yasak yok, yasak sadece siz insanlar icin.'
Havva dusundu. belki de dedi o elma bizi butunleyecek olan elmadir.
'belki de sadece Adem ve ben yemedigimiz icin boyle muhtaciz birbirimize.
belki yersek biz de senin gibi olur,birbirimizden ayri da yasayabiliriz.'
Seytan bilmiyordu gercekten. o elmayi yerlerse ne olacagini da, neden
yememeleri gerektigini de.
ama merak ediyordu. tanrinin cocuk ruhundan dogan masum bir merak.
'belki' dedi sonunda.
ve Havva o gece Seytan yanindan ayrilir ayrilmaz, birbirlerinden uzak
olduklarinda da butun hissedeceklerine dair garanti vererek ilk
isirigi Adem'e aldirdi elmadan.

iste o an tanri cok ofkelendi. insanlarin birbirinde bulacagi
butunlugu bozdugu icin Seytan'a, arayislarini dogru/yanlis demeden her yolda surdureceklerini gordugu icin insanlara.

ve ucunu de geri donmemek uzere kovdu cennetinden.

Seytan oyle asikti ki tanriya, onun ilgisine daha yakin olmak icin
katilmisti sadece insanlarin oyununa.
onun masum cocuk merakindan aldigi nasiple butune ulasamayacagini
bildigi halde durdurmamisti Havva'yi.

Şeytan oyle asikti ki tanriya, sevemezdi artik hicbir varligi, kolaydi artik seytan olmak, Tanri'nin huzurundan kovulduktan sonra.
20.9.10